T okyo’da bir akşam üzeriydi. Uçağın inişinden sonra geçen ilk birkaç saat hâlâ üzerimdeydi ama sokaklar… O sokaklar! Ne zaman ki küçük bir araya daldım ve neon tabelaların altından geçerek yavaş yavaş yürümeye başladım, işte o an Tokyo’nun bana “hoş geldin” dediğini hissettim. İlk karşılaştığım şey, dar bir sokağın köşesinde tüten bir yatai tezgâhıydı . Küçücük bir arabadan yükselen buhar, havaya karışmış soya sosunun tuzlu kokusu, bir de minik taburelerde oturan insanların çubuklarını sessizce çevirişi... İşte tam orada durdum. Kalbim biraz hızlandı; çünkü bu, izlediğim Japon filmlerinden fırlamış gibiydi. Tezgâhın arkasında yaşlı bir adam vardı, alnında beyaz bir havlu sarılı, elleri tecrübeli. El çabukluğuyla hazırladığı takoyakiler , içi ahtapot dolu o sıcak hamur topları, sıcaktan parlayan kutulara yerleştiriliyordu. Bir kutu aldım. İlk ısırıkta ağzımda patlayan o sıcaklık, beni çocukluğuma götürdü. Herkesin kendi sokak lezzeti hafızası vardır ya; bu, artık benimkilerden ...
Kitaplar, filmler ve gezilerle yaptığım yolculukları, kişisel yorumlarımı ve keşiflerimi paylaştığım blog. Her içerik yeni bir deneyim ve keşif sunuyor. A blog sharing my journeys through books, movies, and travels, with personal reviews, insights, and new discoveries in every post. A blog sharing my journeys through books, movies, and travels, with personal reviews, insights, and new discoveries in every post.