Sait Faik’in hikâyelerini okurken insan sanki bir sahil kenarında oturmuş da, yan masadaki iki balıkçının sessizce konuşmalarını dinliyormuş gibi bir hisse kapılıyor. Semaver – Sarnıç da tam böyle bir kitap.
Semaver, Sait Faik’in dünyasını ilk kez açtığı kapı gibi. Hikâyelerde bir telaş yok; şehir kalabalığının, yoksulluğun, küçük sevinçlerin içinden sakin sakin süzülen bir insanlık hâli var. Özellikle emekçilerin hayatına gösterdiği şefkat, okur ile anlatıcı arasında görünmez bir bağ kuruyor.
Ben “Semaver”i okurken en çok şunu hissettim: Sait Faik büyük sözler söylemeden insanın kalbine dokunmayı başaran yazarlardan biri.
Sarnıç ise aynı dünyanın biraz daha durgun, biraz daha içe dönük yüzü. Hikâyelerdeki hüzün kendini daha net hissettiriyor. İnsanların küçücük hayatlarına sığdırdıkları koca yalnızlıklar, Sait Faik’in lirizmiyle birleşince oldukça etkileyici bir atmosfer oluşuyor.
Bu iki eser yan yana durduğunda şunu düşündürüyor: Sait Faik’in hikâyeleri bir şehrin iki ayrı saati gibi — biri sabahın insan kokulu telaşı, diğeri akşamüstünün yalnızlığı.
- “İnsanları sevmekten yorulmamalı.”
- “Küçücük bir sevinç bile bazen bütün günün ağırlığını hafifletmeye yeterdi.”
- “Şehrin kalabalığı içinde yalnızlığın ne olduğunu balıkçılar iyi bilir.”
- “Bir insanın sessizliği bazen bütün gürültülerden daha çok şey söyler.”
- “Hayat dediğin, bir bardak çayın buharında saklı bir sıcaklıktı.”
Peki sizce, bir hikâyenin güzelliği büyük olaylarda mı gizlidir, yoksa küçük insanların sessiz dünyasında mı?
Yorumlar
Yorum Gönder